20 Nisan 2013 Cumartesi

Sen kimsin?

Ha ha ha bunu bazı reklam yazarı arkadaşlara adıyorum, kendilerini kalburüstü sanan bazı reklam yazarı arkadaşlara...

16 Eylül 2009 Çarşamba

4 Temmuz 2009 Cumartesi

İnsanoğluağa

İnsanoğlu hayal eder

Ağaoğlu inşa eder!


Ben de Ağaoğlu yaptım,
Ağa'nın oğlu üzerine biz de düşündük;
bu kadar abartmamaya karar vermiştik;
evet bir reklam fikri çıkabilirdi,
ama saygısızlık yapmadan çıkaramamıştık...

Bu işte de çıkamamış;
saygısızlık olmuş...

Murat Sohtorik0 yorum

11 Ekim 2008 Cumartesi

"Taşındık yeni yerimize bekleriz." İmza: Boğaziçi

Sinpaş Bosforuz Siti

Halbuki ne ilginç gelmişti fikir, fikri anlatan gazete ilanları... Kıskanmıştım, haritada bakmıştım, giderim diye düşünmüştüm, ev sahibi olmasak da gezebilir miyiz; beni sur dışına çıkaracak fikir; dünyada bulamazlardı...


Ama TV filmi!

Orijinal Boğaz'daki Köprü, yalılar, o, bu, vs pul pul yok oluyor...

"Taşınıyor"muş Bosforuz Siti'ye!

Herkes de "kaybolan" boğaziçi güzelliklerini şaşkınlıkla izliyor!

Yani "reklam dili" denen şey bu kadar çarpık kullanılır, "abartı" denen şey bu kadar mantık dışı kullanılır...

Yani öyle bir yer yapıyorlar ki adamlar, orijinalini yok ediyorlar!

Bravo...

Ama projeye ilgim hala ayakta; birkaç post-mantık reklamcının batıramayacağı kadar ilgimi çekmekte hala...

Murat Sohtorik0 yorum

12 Eylül 2008 Cuma

Bırak şehir senden kaçsın!

Bir inşaat firması için güzel bir fikir bulmuştum....

Gazete orta sayfa, iki sayfanın da altına yayılmış ilan; tüm sütünlara birkaç santim; ilan, sağından solunda biraz çıkmış haberlere, yeşillikler, duvarın üzerindeki bir sarmaşığın yayılması gibi, hatta gazete yazılarının arasında da küçük bağımsız kümeler var, çiçek böcek kaplumbağa...

BAşlık:

Siz kente karışabilirsiniz, ama kent size karışamaz...

Bu tarz "terse dönüştürme" başlıkları kullandığım, kullanılan şeylerdir.

Ama terse dönüştürdüğünüzde çıkan anlam, amacınıza uygun olmalı, yoksa, "dönüştürdüm işte" "bak hatta yayımlandı da" diyemezsiniz::

Hyundai Tucson ilanı.

Güçlendirilmiş beygir gücü. Üstün konfor ve yüksek donanım. Vs

Başlık:

BIRAK ŞEHİR SENDEN KAÇSIN

Ben olsam bir hitap cümlesi eklerdim, tamamen ilanın tutarlılığı için:

Trafik Canavarı...
BIRAK ŞEHİR SENDEN KAÇSIN

Murat Sohtorik0 yorum

11 Haziran 2008 Çarşamba

Bunun için doğdunuz

Hangi markanındı
Türk Futbol Milli Takımı için cesaretlendirici slogan...

"Bunun için doğdunuz."

Sonra takımımız 2-0 falan yeniliyor...

Dönüşteki slogan:

"Bunu niçin doğdunuz!"

Murat Sohtorik0 yorum

10 Haziran 2008 Salı

Yürü ya kulum!

Vodafone
F1 ilanı

Başlık ve slogan:

Saniyenin onda biri hayatınızı değiştirebilir.

Anı yaşa

Bu şu demek:
Saniyenin onda biri hayatınızı değiştirebilir,
ama siz boşverin,
anı yaşayın.

Murat Sohtorik0 yorum

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Tutkunun Bedeli

Audi ilanı.

Başlık:

Tutkunun Bedeli

"Audi alırsanız bedelini ödersiniz"
olumsuz anlamına geliyor yahu bu başlık,
dememiş yaratıcılarına kimse.

Ucuz kurtulmuşlar.

Murat Sohtorik0 yorum

21 Nisan 2008 Pazartesi

Geyik candır!

erkek
kız
-Siz manken misiniz
-Yooo nerden çıkardınız
-“X” çikolatayı yiyorsunuz da!
-Her yiyen manken mi…
Erkek imalı bakar (daha önce aptal bakıyordur, şu gazeteci-yazarlarımızın Aysun Kayacı’ya baktıkları gibi):
-Sizzzz herkes misiniz
Kız gülümser, sevinir, belli etmeden. Yürümeye devam eder, erkek önüne geçer.
-Durun tahmin edeyim, yengeç burcusunuz…


Kızzzzzz herkes değildir ama yine de yengeç burcudur!


NOT: Dahası bir gün sonra blogumda.

Murat Sohtorik0 yorum

07 Nisan 2008 Pazartesi

İyi saatte uçsunlar!

Atlas Jet ilanının başlığı...

Hemen anlıyorsunuz, bravo, saatlerle ilgili bir ayarlama vs, bravo!

E o zaman dert etmeyelim mi...

Tamam. Ama amatörsek, kendimize, yazdığımıza saygımız yoksa ancak...

Çünkü neye gönderme yaptığımızı düşünürsek, iyi saatte uçsunlar, diyerek.

Şuna: İyi saatte olsunlar...

Bu ne demek?

İn cin peri...

Uçak reklamında in cin peri göndermeli bir başlık!

....

Uçmaktan korkanlara yapılacak, devam ilanı başlığı öneriyorum (bu yukardaki ilandan sonra sayıları artmış olabilir diye de değil, tamamen dalga geçmek için):


Başlık:
Gul yabani!

Metin:
Gül seni uçmaktan korkan yabani...
Korkacak bişi yok uçaktan,
çok güvenli...

Hele bu ilanlarımızla karşılaştırıldığında
o hoooo

Murat Sohtorik0 yorum

Avantajın varsa avantajın var!

Ne demek?

Avantajım varsa avantajım var...

Eeee. Ne var bunda, ne diyorsunuz...



Ha!

Advantage Card reklamı....

Hah!

Murat Sohtorik0 yorum

05 Mart 2008 Çarşamba

Bellona

Mutluluktan kaçılmaz
Mutluluk kaçınılmaz
Mutluluğa çıkar her yol
Mutluluk tek çıkar yol
Mutlaka mutlu yaşayın
Mutluysanız çok yaşayın

İnsan sayıklasa bile bu kadar aynı cümleyi art arda kurmaz,
Bellona’yı yazanlar ne şartlarda yazmışlar acaba bu sloganı:
“Mutluluktan kaçılmaz
Mutluluk kaçınılmaz”

Murat Sohtorik0 yorum

25 Şubat 2008 Pazartesi

WV Touareg

Sloganı şu:

Doğuştan arazi aracı.

Ekranda, milisaliselik bir beklemeyle yazılırken kelimeler soldan sağa şöyle oldu:

WV
WV Touareg.
WV Touareg. Doğuştan
WV Touareg. Doğuştan arazi
"Çok iyi" dedim.
WV Touareg. Doğuştan arazi aracı
:(

Anlatabildim umarım:)

Murat Sohtorik0 yorum

19 Aralık 2007 Çarşamba

Anı yaşa ki o zaman trafik hayattır!

Vodafone’un bir yabancı reklamına rastladım, dikkat etmezken, alt yazıda sloganın çevirisi yazıldı, “anı değerlendir” olarak.

İngilizcesini duyamadım, sadece biraz araştırdım, bulamadım, daha fazlası içimden gelmiyor.

Tahminler üzerine konuşalım.

Ama şu kesin: Vodafone’un şu anki yerli sloganı “anı yaşa” acaba anlamı bilinerek kullanılıyor mu diye düşündüm, ne demek “anı yaşa” biliyorlar da mı kullanmışlar, vodafone’la ne ilgisi var diye düşündüm…

Ne demek “anı yaşa”…

Bu laf, geçmişi unut, geleceği de düşünme, sadece bugünü yaşa demek…

Umutsuz, umarsız, umursamaz bir laf…

Umutsuz olduğundan umarsız, yani çaresiz, çaresiz olduğundan umursamaz…

Behiç Ak’ın çiziminde yazdığı gibi:
-Neden gelecekten bir şey beklemiyorsun?
-O zaman gelecek de benden bir şey bekler diye korkuyorum…

Çağın özelliği diyenler olabilir, belki de öyledir, ama Vodafone gibi bir marka neden bunu pazarlama sloganı olarak seçsin…

Enerji içecekleri geldi aklıma… Tam onlar için bir slogan… Anı yaşa, geceyi yaşa, yarın sabahı unut, ölebilirsin, ama zaten öleceksin, unut… (Frederic Beigbeder itiraz edecektir. Romantik Egoist adlı kitabında şöyle yazıyor: “Red bull olacakları haber veren tek içecek: Kusmuk kokuyor.”)

Sanırım aslı “anı değerlendir” olan anlamlı bir İngilizce sloganı, harika çocuk genç reklamcılarımız sadece güzel bir slogana çevirmişler, “anı yaşa” diye… Güzel ama tutarsız…

Her anı dolu dolu yaşa, türü bir şey deneceğine… Böylece Vodafone’un tarifelerini de kapsamış olur…


Bir de “Trafik hayattır” sloganı var.

Ne demek trafik hayattır, bir düşünelim…

…..

Ben, baştan savıyorum; yazan, onaylayan, ve kullanmaya devam edenin yaptığını yapıyorum…

Murat Sohtorik0 yorum

12 Kasım 2007 Pazartesi

2 reklam birden!

1.
Filmin yapımıyla ilgili dolu ayrıntı verilmiş de bir gazetede, ben de şu “küçük” ayrıntıya dikkat çekmek istedim.
“Ne eline batan diken, ne de söylenenler umurunda olmayacak.” diyor Atatürk (Haluk Bilginer) Türkiye İş Bankası reklamında.
“Ne eline batan diken, ne de söylenenler umurunda olacak.” olmalı.
Türkçe’nin kolay gözüken zorluklarından biri,
yanılmak çok kolay, yanılanları anlıyorum, her zaman uyarmıyorum.
Ama bu kez Atatürk söz konusuydu… bana battı biraz…
(Neden gül bahçesi? Bana uzak geldi. Ama tabii, bu tartışılır. Sana Gül Bahçesi Vaat Etmedim adlı kitap geliyor aklıma!)


2.
Şu daha az tartışılır, hoş yapan yapmış, eminim eleştirilerden de geçmiştir. (Çok da emin değilim, ben mi daha fazla dikkat etmeye başladım da hatalar buluyorum, yoksa Türkiye gençlerinin-insanlarının -tabii ki çağa uygun olarak- mantıksızlaşması ve bunu kabul de etmeyip ukalalaşması türü bir saçmalık mı söz konusu, yine. Yine.)

T-box (yeni) mağazalar açmış. Onu anlatıyor. Çılgın(ımsı) bir ilan, metinler, ilgimi çekmez de bakıp geçerdim, ama bir de başlık:
"İçimize girmeyen kalmayacak!”
Çığır açmış sanılmış da yayınlanmış her halde, ama aslında çığırından çıkmış.
Bir erkek mi yazmış bıyık altından gülerek, ama onaylayanların arasında hiç mi bir kadın yokmuş…
Türkiye reklamları bence reklamcılar tarafından değil sosyologlar ve psikologlar… hatta tarihçiler, yazarlar tarafından da incelenmeli. Ne hâle geldiğimizi görmek için… Hayır, bir reklamı eleştirirken benim hâlâ bir ürüne, hizmete ya da markaya falan gönderme yaptığımı sanan bazı reklamcılar var da…

Murat Sohtorik0 yorum

02 Kasım 2007 Cuma

Sen kimsin reklam yazarı… Tayfun Kısacık adlı!

http://ortakdefter.blogspot.com/2007/10/yle-bir-grafiker-olsun-ki.html#comments

Yazmama konu olan olay şu yukarıdakidir, ama yazmama neden olan satırlar şu aşağıdakilerdir:

Diyorsun ki Çağlayan’a, reklam yazarı:
“Dilerim bu defterden ikrah eden (iğrenen, tiksinen. MS) arkadaşlarınızla ki onların kim olduğu bellidir, kendi defterinizi açarak dilediğiniz kadar yazabilir, dilediğiniz kadar ajansı ve reklamcıyı karalayabilirsiniz... Tabii birbirinizden başka okuyacak birilerini bulabilirseniz.”

Yani bizim, biz kim, benim, bu defterden (aslında sen ve senin gibilerden) iğrenmemle ilgili, bu reklamcıları (aslında seni) karalamamla ilgili yazdıklarıma bir cevap vermeyeceksin de, benim az okunurluğumla mutlu olacaksın!!!!

İşte senin karakterin reklam yazarı!

Neden hala sığ karakterinin örneklerini vermeye devam ediyorsun…

Tüm yandaşların susacak, defterdekiler de atılmama korkusuyla seni uyarmayacak, ya da bize dokunmuyorsa sorun yok diye geçiştirecek ya da seninle küçülmek istemeyecek, bir ben ya da birkaç kişi yazacağız ve az kişi okuyacak!!

Hala kaçamaksın reklam yazarı…

İğrenme suçlamana açıklık getireyim, seninki gibi basit iğrenmelerden değildir benimkisi, yazar iğrenmesidir, ve kutsaldır. Zola’nın “nefret kutsaldır” demesindeki nefret gibi kutsaldır. Bak şöyle: “Her biri kendi alçaklığını bir ötekinde gördüğü için, birbiriyle kardeşçe geçinen insanlar kadar beni tiksindiren hiçbir şey olamaz.” (Milan Kundera - Şaka)

Sen Ortak Defter’i sığlaştırdın, kendi yazdıklarını bile okumayacak kadar özensizsin, yazıya da deftere de saygısızsın, moderatör olacak çapa sahip olmadığından kıl olduklarını defterden atarak mesaisine devam eden birisin.

Karşılık veremediğin yazımla ilgili rahatsızlığından dolayı bana laf atarak tatmin olmaya çalışırken bari daha dikkatli olsaydın, aylar geçti ama hala akıllanmamışsın, en basit şeyi bile, metnini iki kere okumayı bile hala beceremiyorsun. Ama esas, rakibine laf sok da neresinden sokarsan sok mantığındasın, ama ayıp diye bir şey var reklam yazarı.

Defterdekilere bak nasıl moderatörlük yapıyorsun:
“Kusura bakmayın. Bugün yanıt yazmayacaktım, belki de yazmamalıydım hepimiz yas tutarken. Keşke siz de (Çağlayan) en azından bugün tartışmanıza bir ara verseydiniz.”

Yas günü yazılıp yazılmamasıyla, tartışmaya devam edilip edilmemesiyle, yasın kendisiyle en ufak bir ilgin, bu konuda en ufak bir hassasiyetin yok. Senin tek amacın duygu sömürüsü ile rakibine laf sokmak, onu alt etmeye çalışmak. Yas olayını anımsatarak ve bu konuda rakibini suçlamaya yeltenerek yaptığın şey; yas olayını senin kendi yazına alet etmendir…

Böyle hassas bir konuda bile ne kadar saygısız, özensiz ve kalleşçe davranabiliyorsun; aklım duruyor, çünkü aklın duruyor.

Zaten yukarıdaki linkteki tartışmanın tahammül sınırı ne Çağlayan İbiş ne de Erçin Sadıkoğlu tarafından aşılmış. Kabalığıyla tartışmanın boyutunu gereksiz zorlayan sensin reklam yazarı. Üstelik sen bir de bu sitenin moderatörüsün!

Çağlayan İbiş’in bir yazım hatasını görünce hemen kullanman, kendi hatalarını görmemen, acaba seni okuyanlar tarafından hiç mi görülmüyor. Örneğin Erçin Sadıkoğlu’nun “Bunları dediğim de hepimiz biliyoruz aslında değil mi ne dendiğini...” cümlesiyle ayrı yazılması gereken “de”nin bitişik yazılmasının anlamayı zorlaştırmasının en iyi örneklerinden birini verdiğini görüp, bu yazım hatası konusuna hiç girmemelisin. Tek amacın rakibine karşı kullanabileceğin her hangi bir şey bulmak ve ne olursa olsun kullanmak. Bir de etikten bahsediyorsun…

Dayanağın da o kadar temelsiz ki:

“Çağlayan İbiş... Sektörün gerçeklerini yazarken inceden dalga geçtiğiniz ilanı, daha doğrusu inceden dalga geçtiğinizi hiç anlamamışız demekki. Bize öyle gelmemiş. Hiçbirimize.”

Hiçbirimize
!!!

“Zira bir ara burası sadece sizin yazdığınız -bana göre anlamsız ama size göre müthiş önemli- şiir ve denemelerle hatıra ya da aşk defteri haline dönüşmüştü. O zaman bile size kimse bir şey söylemedi, söylemedik.”

…size kimse bir şey söylemedi, söylemedik.
!!!!

“Belli ki benimle konuşan birçok insan -sırf kibarlıklarından- size bir şey söyleyememiş ya da yazamamış. Ama inanın hepsi yazdıklarınızdan ikrah etmiştir.”

Benimle konuşan birçok insan
!!!

Siz sanırım aranızda konuşuyor ve bir karara varıyorsunuz, sonra da bunu değişmez kabul edip üstelik bir de kanıtmış gibi deftere yazıyorsunuz… Konuşmalarınızı, fikirlerinizi falan değil ama vardığınız sonucu.
“Biz aramızda karar verdik, kalemi kırdık”!!!
Bu nasıl bir yöntemdir, bu nasıl bir yönetmedir!!!

Aman istediğiniz gibi yönetin reklamcılar (ama asla “iletişimciler” değil!). Beni ilgilendiren esas şu: Çoğalmaya olan bu ihtiyaç ne tür bir kompleksten kaynaklanıyor…

“Ben” ile başlayan güçlü, karakterli ve haklı bir cümle kuramadığın için “bizleşme” ihtiyacını duyuyorsun reklam yazarı…

“Siz” kimsiniz reklam yazarı, bu “hiçbiriniz” kimsiniz… Anket mi yaptırıyorsun bir çırpıda! Hadi diyelim azmettin de sordun çevrendekilere, senin çevrendeki bu “herkes” kim ve bir yazışmayı neden ilgilendirsin… Seninle konuşan birçok insandan bize ne reklam yazarı. Bu bir kanıt değil ki… Bu senin temelsiz benmerkezciliğinin kanıtı sadece!

Neden metinlerinin ayakları hiç yere basmıyor reklam yazarı… Hep başkalarının üzerine basma ihtiyacından olabilir mi…

Bu tür “kişisel” yazılar yazılması istenmeyen şeylerse (ki ben de uygun bulmamıştım), tek bir moderatör bile basit bir açıklamayla bu uyarıyı yapabilir. Ama tabii sen o moderatör değilsin, Ortak Defter’de öyle bir moderatör de bulunmuyor. Ortak Defter’in moderatörleri olayı yumuşatarak yöneteceklerine, tam tersi, sertleştirerek, kendileri sertleştirerek, kavgaya dönüştürüyorlar... İlk engellenmesi gereken kendi moderatörlerinin yazıları olan bu site, bir de benim gibi bir adama “okunmuyorsun” diye laf atıyor. Trajikomiksin sen Reklam Yazarı…

Diyorsun ki:

“Bu gibi günlerde hepimiz her şeyi konusabilmeliyiz diyorsunuz... O zaman rica ederim dilimizi ve noktalama işaretlerini hassasiyetle kullanınız. “

Ne alaka reklam yazarı!!!! Özel günlerde, bayramlarda yazdığımız metinlere daha mı dikkat etmeliyiz!!! Yani sadece özel günlerde mi? Benden sana yeşil kart: Ne olur istediğin dil ve yazım hatasını yap, ve kırmız kart: ama ne olur biraz daha adam et yazdıklarını…

Buraya yazdığın gibi reklam yazıyorsan bu işi hemen bırak. (OMO, Penti, Yapı Kredi’yi sen mi yazdın yoksa!) Yazdığın reklamlar fena değilse… o zaman belki de daha kötü, daha insani bir hata yapıyorsun: buraya yazdıkların o kadar özensiz, dengesiz ve çıkarcı ki, buradaki dostlarına, moderatör olarak yönetmen gereken diğer yazarlara ve tek dayanağın olan, bahsetmeden geçemediğin o “blogumuzun kurucusuna” ihanet ediyorsun…

Diyorsun ki:
"Sadece hatır için yazdığım öylesine bir ilan" demişsiniz burası hatır için öylesine şeyler yazılacak bir yer değil. Bence tabii. Her şeyi yazabiliriz, yazdıklarımız mesleki olmak zorunda da değil ama hatır için öylesine -inanmadğımız- bir şeyler yazmayı anlayamıyorum.”

Defter, tam da senin olmadığını söylediğin yer oldu, yani hatır için, birbirinizi kayırmaktan başka amacınız ve yapabileceğiniz başka bir şey de olmadan, öylesine, inanmadığınız (ya da aklınızın yetmediği) şeyleri yazdığınız bir yer…

Diyorsun ki:
“Yazdığınız ilan etik olarak yanlıştır, hatalıdır... Sinekten yağ çıkarmak isteyen bir zihniyetin ürünüdür ve siz de buna aracı oluyorsunuz. Şunu kabul edin de bitsin bu tartışma. Konuyu başka yerlere çekmenizin hiçbir anlamı yok...”

Şunu kabul edin de bitsin bu tartışma.
!!!!!

Sen bu defterin moderatörü oldukça reklam yazarı, en anlamlı tartışma bile, üyelerden birini atman, ya da onların çıkmasıyla bitecektir. Başka yolu yok.

Sen de böylece tatmin olacaksın, kimsenin varlığı olmadan da olsa tartışmaların hepsini kazanacaksın.

Umarı sonun OMO’ya benzer: Dikkat ettiysen, “Kirlenmek güzeldir” gibi bence tartışmalı (ama asla tartışamadığımız), “hiçbir beyaz bizi durduramaz” gibi kesinlikle şizofren bir slogandan sonra doğru sloganı buldular: “Beyazlara kirlenme özgürlüğü…”


Yeri gelmişken şunları söylemeden geçmeyeyim. Madem az okunuyormuşum, rahatlıkla yazabilirim. Oh ne rahatlık bu, eleştiriye katlanamayan insanların okumayacağını bilerek rahat rahat eleştirmek. Defterde rahatsız olduğun o aşk meşk metinlerine alternatif herhangi bir metin yazmadığın için reklam yazarı, istersen buradan fikir kopyalayabilirsin:

1.
Yapı Kredi TV Reklamında adam şöyle diyor:
“Hizmette sınır yoktur’un ne kadar “ağır” bir cümle olduğunu anladım…”

"Hizmette sınır yoktur’un ne kadar derin bir cümle olduğunu anladım” demek istiyor sanırım!

Yoksa hikaye şöyle bir yakınma hikayesi olurdu:
“Yapı Kredi’de çalışmaya başlayınca anladım,
hizmette sınır yoktur, ne kadar “ağır” bir lafmış,
mesai saatlerinde sınır yoktur, demek istemiyorlarmış…”


2.
Penti, o akıl almaz “Ne desen Penti’de var” sloganından sonunda kurtulmuş, iyi olmuş: “Ruhum hep desen desen. Desenlerim Penti’den.”

İşte bu… Kadın olsam ruhum okşanırdı. Takla atmak gerekmiyor her zaman…

Murat Sohtorik8 yorum

Adsız dedi ki...

sen sıkı hastaymıssın be Sohtorik. Soylemislerdi de inanmamıştım. Kompleksinin nedenini bilenlerdenim...

12 Nisan 2008 Cumartesi 14:43

Murat Sohtorik dedi ki...

İsmini yazmayarak kendi ellerinle kendi kompleksini kanıtladığının farkında olmayan arkadaş... Bu yazıları okuyup da neden buraya yazamıyorlar böylece öğrenmiş oldun: Çünkü her yazdıklarında senin şu an düşmüş olduğun duruma düşüyorlar, bana laf atmaya çalışırken...

24 Nisan 2008 Perşembe 13:43

Adsız dedi ki...

Hocam Tayfun Kısacık'a sonsuz saygılarımı sunuyorum.İstanbul Üniversitesi'nde sizden çok şey öğrendik.Sayenizde Türkçe'yi daha düzgün kullanmaya dikkat eder oldum.Ama anlıyorum ki,sizin Türkçe'ye gösterdiğiniz bu özen kimilerinin rahatsızlık sebebi olmuş.Üzüldüm,sadece üzüldüm.

GD

04 Ağustos 2008 Pazartesi 12:26

Murat Sohtorik dedi ki...

Evet... Rahatsızlık sebebi... Hocanızın kime ne yazdığını bilmeyen, arkasını hep birilerine dayayıp asla tek başına hareket edemeyen, tartıştığı insanı yenmek için şehitlerimizden bile fayda sağlamaya kalkan ve burada yazdığım diğer karaktersizliklerini az kişinin okuması için dua eden biri olması kesinlikle değil, bu kadar özensizliğine rağmen Türkçe’ye özen gösteren biri olarak bilinmesi benim için cidden rahatsızlık sebebi! Ayrıca sizin algı düzeyiniz ve kimliksiz bir mesaj atmakla sergilediğiniz karakterinizden de rahatsızlık duydum; hocanıza çekmişsiniz çünkü...

19 Ağustos 2008 Salı 11:44

ceyda dedi ki...

Merhaba Murat...Yazdıklarını okudum, çok şaşırdım...Bahsettiğin şahıs benimde hocam dı eskiden.
Sizinle tanışmak, konuşmak isterim mümkünse

Ceyda

31 Ağustos 2008 Pazar 13:48

Murat Sohtorik dedi ki...

İstediğin zaman Ceyda:)

Neden şaşırdın peki.. Hocan, hocanız, başka yerlerde çok güzel bir insan olabilir, ben böyle bir olasılığı yok saymıyorum, ama burada yaptıkları, ki tespit edilmiştir hepsi, ipe sapa gelir şeyler değil. Kağan İşmen demişti: Hocalar öğrenci olmayı bırakmamalı diye... E bu lafı ettin de arkası nerde:)))

Yazar diye geçiniyorsa biri, geçinsin, beni ilgilendirmez, hayat zor... Ama yazının hakkı hayatla ödenir, diyen ve lafının arkasında duran benim gibi biriyle yazıştığının farkında olacak...

01 Eylül 2008 Pazartesi 04:54

Adsız dedi ki...

arkadaşlar konu nedir bilmiyorum,
okuma gereğide duymadım
tayfun k. benim de hocam dı ve ben bu şahsı hiç sevmezdim.
derslere şapkayla girerdi
inanmazsınız belki ama bu adamın şapkasız halini ben daha yeni görüyorum nette o da :)
2004 mezunuyum ben de

29 Ocak 2009 Perşembe 17:30

Murat Sohtorik dedi ki...

Derslere şapkayla girmesinden başka şeyleri de konuşsanız keşke.

yani demek istediğim… vs diye daha kibar bişi de yazmıştım

06 Haziran 2007 Çarşamba

Sen kimsin reklam yazarı!

Ne lafmış!
Siz kimsiniz, siz kim oluyorsunuz, dedim, suç oldu…
Kimse kimseye sen kimsin demesin dediler…
Hepimiz değerliymişiz çünkü!

Bana haddini bil denebiliyor, Kağan İşmen’e sen kimsin, haddini bil denemiyor…
Ve hepimiz değerliymişiz!!!!

Hepimiz değerliyiz, ama hepimiz aynı değerde değiliz reklam yazarı... Şimdi, sana kim olduğunu, kimin ne değerde olduğunu göstereceğim…

Bir de kırılma noktasından söz ediyor bazı reklam yazarları, nerde kırılma noktasına geldik diyorlar…
Hep aynı şeydir: 2, 10, 20 kişi konuşurlar ve nerede kırılma noktasına geldik falan derler…
Böyle ortamlarda asla o 2, 10, 20 kişi suçlanmaz, tüm suçlular dışarıdadır, o kurumun toplam o kadar üyesi varsa bile suçlular dışarıdadır!
Ortak Defterde konuyla ilgili en ufak bir fikri olmadığı halde adım görünsün diye yazanlar, buranın sanıyorum seçilmiş moderatörleri oldukları halde benim gibi bir adamı yönetmeye kalkanlar, ve burayı gerçekten bir karakol sanıp hocalığının arkasından beni suçlamaya kalkanlar ki yazar olduklarından şüphe ettirecek kadar bilgisiz ve bozuk cümle kuruyorlar…

Mersi Ali…

Yazma Murat dedim, çünkü yazarsam, yapmayın arkadaşlar falan demeyecektim, çünkü ben hoca falan değilim. Üslubu sert bir yazarım.
Kendini kibar sanarak laf sokan reklam yazarı…
İyi niyetli olduğun halde sağlam bir tepki vermezsen etkili olamayacağını bilmeyen reklam yazarı…
Üslubumun sert olmasını, sivri bir kalem olmamı, bir hata ya da kabalık olarak suçlayamazsın.
Kabalıkla kibarlık arasında bir aşama daha vardır, birisi kibar değilse doğrudan kaba olmaz. Ben bazı hareketlere karşı asla kibar olmam, ama bu kaba olduğum anlamına gelmez…
Politik bir üslubum olmasındansa sert üslubumu bin kez tercih ederim…
Hem Ali’nin bana ilk yazdıklarını okuyun, hanginiz o kadar sakin kalabilirdi…

Yazma Murat dedim, 1 ay geçti… Yazışmalar, ben ortak defteri kirletmişim anlamıyla sonlanıyor. Şuursuzca kirletmişim… Bir densiz bunu söylüyor ve kimse de itiraz etmiyor. Konu böyle kapandı!!!

Şimdi şuur nedir şuursuzluk nedir göreceksin reklam yazarı.


En az 10 senedir neredeyse her gün insanlarla yazışırım, mantık düzleminde benle tartışabilecek tek bir Allahın kulu görmedim.
Sen kimsin reklam yazarı.
Sormuyorum, söylüyorum… Sen kendini ne sanıyorsun…
Birazdan ne olduğunu göreceksin…

Bana hakaret edildi.
Ben dikkati hakaretlere çekmeseydim, 1 ay sonra okuyup da farkına varsaydım, her halde umurlarında olmazdı moderatörlerin.

Özür bekledim, kendi çabalarımla, dilenecek gibiydi de.
Bana hakaretler eden şahısa, Ali’ye, herkesten güzel yönlendirmeler yaptım, bu arkadaşa kimse kaçamak özürler dilemeyi önermesin, adam gibi özür dilesin ve gururla yazmayı sürdürsün dedim, bir gence bundan daha iyi bir şey mi öğretiyorsunuz siz!

Neyse başta herkes benim tarafımda gözüküyordu.
Aslında hiç de değildi…
Nokta Çelik uyardı: “Üslubunuza dikkat edin”!
Ali’yi uyarmıyor.
Bizi uyarıyor, onu ve beni!
Hani anneler-babalar taraf tutmayayım diye iki çocuğu da uyarır, cezalandırır ya…
Suçsuz çocuğun adalet duygusunun nasıl gelişeceğini düşünmeden…

Birisi “Hakaretleşmek” falan dedi!
Hakaretleşme karşılıklı hakaret edilmesi demektir reklam yazarı,
bunu bilmiyor musun…
Ali bana hakaret etti ben ona değil!
Algıda mı bir sorun yaşıyorsun (sorun yaşamak, güzel başlık),
yoksa yazarken mi düşünmüyorsun, ya da bu basit bir adam kayırma mı…

İşte kırılma noktası buralarda bir yerlerde Haluk Mesci…

Kimliğini gizleyerek biri nasıl üye oluyor buraya dedim.
Gözümüzden kaçmış kusura bakmayın denmedi.
Ali burada yeni dendi.
Ali burada yeniymiş!!
Bundan bana ne reklam yazarı.
Burası yol geçen hanı mı, sen kimsin!!
Moderatörler uyuyor mu…
Bana yapılan hakaretin sorumluluğunu da ben mi üstleneceğim!

Moderatörler hiçbir sorumluluk üstlenmedi.
Zaten varlıklarından beni suçlayışlarına kadar da haberim olmadı.
Hizmet isterken yok,
suçlamaya koşarak geldiler.

Ortak Defter moderatörleri gerilimin tırmandırılmasına engel olacak en ufak şey yapmadı, benim gerilmeme ise aldırmadılar bile…

Nokta Çelik’in taraf tutuğu o kadar belli ki. (Birkaç arkadaş, sempatik biridir Nokta dedi, peki ama bunun konumuzla ne alakası var dostlarım.)
Nokta, bitmiş bir iş konusunda yaratıcı süreci yok sayarak yorum yapmayı doğru bulmuyorum dedi!!
Demek Defterdeki yazıların en az yarısını doğru bulmuyor!!!!
Aranızdan kaç kişi çıktı da ben şu reklamda hata buldum gittim yazmadan önce ajansının kapısını çaldım aradım ettim her şeyi öğrendim vs vs…
Komik misin sen reklam yazarı…

Hiçbir beyaz reklam yazarını durduramaz…
Bu kampanya için yaratıcı sürecin ve briefin, bu kelimeyi de sevemedim, birifin bilinmesi gerekmiyor.
Hiçbir deterjan markası hiçbir beyaz bizi durduramaz dememelidir. (Absürt bir reklam değilse.)
Kirleri değil de beyazları mı temizlemeye çalışıyor bu deterjan söyler misiniz.
Böyle yanlış bir biref verilmiş olamaz, en fazla farklı bir şey söyleyelim denmiştir sanıyorum, aşalım denmiştir.
Beyazlatmak kavramını aşacağım diye saçmaya saplanmak bu kadar olur.
Ayn Rand oku reklam yazarı. Blogdaki Ayn Rand konuşmasını okusan da olur, vaktini almasın! Reklam dışı metinler de oku. İçi boşaltılan kavramlar konusunda tavrını al, sen boşaltma en azından kavramların içini.
Bir kavram karakolu falan mı açsamJ
(Bazı annelerin kirlenmek güzeldir’e antipatiyle baktığını duydum. Politik kirlilik, dil kirlenmesi… yo yo karşımda adam gibi birileri bu sloganı savunmadıkça, ben çok başka yerlere gideceğim. Günümüzdeki toplumsal kirlenmenin doğalmış gibi gösterilmesine, olumlanmasıyla ilgili bir yazımı www.ucnokta.com da yakınlarda yayımlayacağım. İsteyen okuyabilir.)
(Biri bir şey yazar da haksız olduğumu anlarsam, adam gibi özür dilerim, Ali’ye örnek olmuş olurum. Ben korkuyorum cidden arkadaşlar atladığım bir şeyler var mı diye, bu anlayış karşısında sen kimsin reklam yazarı.)
Filme uygun bir slogan bulunmuş gibi, ama deterjana uygun değil, deterjanın bile kafasını karıştıracak bir misyon, ben ne yapacağım yahu şimdi der deterjan bu slogandan sonra, beyazlara mı saldıracağım…
Deterjan kirli hissediyor…
İçini boşaltıyorsunuz…
Bir anlamlı cümle, eleştiri, mantık bekledim de yanılmışım diyeyim…

Bunlar reklam yazarı mı Haluk Mesci…
Yoksa dedikoducu, atışma meraklısı gençler mi…

Daha önce de yazdım bu mantıksızlıkları.
BMW için “hayat birden başlar” eleştiri yazımı okuyun.
Bu işi için de birifin bilinmesine gerek yoktur.
Toplamda 4 yıl alfa romeo, ford, jaguar yapmasam da aynı şeyi söylerdim, olay arabayla ilgili değil çünkü, bir kavramla ilgili, ve bunu algılayabilmek için biriyf, miriyf değil kitap okumak lazım, felsefe falan…

Yaratıcı olmak belki doğuştan geliyordur, ama haklı olmak zamanla kazanılır…

Hepiniz değerli falan değilsiniz.
Çok görünen bazılarınız bu zincirin zayıf halkalarısınız…
(Y)azmak için yazıyorsunuz, iki dubleden sonra ne olacak bu memleketin hali muhabbetleri yapan tipler gibisiniz, bir konu dönüyor, haberiniz yok, ama yazıyorsunuz…

İşte siz bir de reklam yazınca böyle oluyor…

Genç bir reklam yazarı iki alyansı yan yana getirip tekerlek gibi göstererek upuzuuuun yolculuklar mı sonsuza kadaaaar birliktelik mi ne, gibi bir başlıkla, alyansları iki lastiğe benzeterek reklamını yapmaya çalışmıştı.
Lastiği alyansa benzetebilirsiniz, değerlidir, uzun ömürlüdür vs diye… ama alyansı lastiğe benzetemezsiniz.

Daha yeni:
Hundai sanıyorum, gazete ilanı, 7 kişilik cip.
Cip duruyor pamuk prenses içeri bakıyor merakla.
!!!!!
Cüceler kaybolmuş onları arıyor!!!
Cüce yahu onlar.
Cüce onlar, kim cüce olmak ister, kim 7 cüce dolaşmak ister, ailesinin cücelerden oluşmasını ister.
Kime satacaksınız o cipi.
7 cüceyi zaten 5 kişilik arabaya da sığdırırsınız, 5 fil bir volsvagene nasıl sığar dediğinizde 2 öne 3 arkaya der gülersiniz ama 7 cüce bir cipe nasıl sığar dediğinizde 3 öne 4 arkaya derler, konu kapanır, 2-5 hatta 1-6 alternatiflerini de söyleseler yanlış olmaz, espri olmaz!
7 fil ya da 7 dev adam falan olmalıdır benzettiğiniz şey, 7 uyuyanlar olabilir belki de, hadi diyelim konforu anlatırsın falan, 7 silahşörler olsaydı onu kullanırdınız, ama 7 cüceyle 7 kişilik cip reklamı yapamazsın, böyle yapamazsın…
Birifini bilsen ne olacak, mantık bilmiyorsun, yapamıyorsun işte…
Birifte 7 var diye oradan buradan 7 bulup böyle birleştiremezsin…
İdrak yolların mı tıkalı…

(hahaha yaptım sana işte bak.
-5 fil bir arabaya nasıl sığar?
-Ohooo geç bunları…
-Peki. 7 fil bir Hundai’ye nasıl sığar…
Budur…)

Bu kampanyalarla, buradaki reklam yazarları cümleleri arasında aynı mantıksızlık söz konusu. Sen kimsin, nereye gidiyor, nasıl yetişiyorsun reklam yazarı…

Hah bir de şu var. Sony. Colour like no other. “Benzersiz renkler” diye çevrilmişi de vardır, ama bir süre yoğun olarak, “renkler hiç olmadığı gibi” çevirisi yayınlandı…

Yani Sony şöyle diyor(muş): “Bizim televizyonun renkleri yapay renklerdir!”
(Defterde var, ayrıntıları okursun istersen.)

Daha ne örnekler var ama ne yazık ki mahrum kaldılar, zaten hak da etmiyorlar, sizce hak ediyorlar mı Haluk Mesci…

Ki Hatice Üzgül birifi bilmeden bir işi eleştirdiği için onu nazikçe uyardığımı yazdı, öyle işler vardır tabii, ama onlar ayrıdır, ben de bu konuda hassasımdır, ama birifini bilmeden hiçbir işi eleştirmeyin demek olmaz… Mantık denen bir şey var reklam yazarı…

Maksude Kılıç.
Onlarca yazan arasında ilk defa omo sloganıyla ilgili bir şeylerden bahseden biri…
Ve sonra da şöyle yazıyor “Murat'a yazdığın yorumdaki üslubun sertti Ali, (….) Bana böyle bir üslupla yazsaydın, buradan İstanbul'a sıçrar mıydım bilmiyorum :))”

Böylece ilk defa biri kendine hakaret edilse tepki vereceğinden söz etti, duygudaşlık kurdu benle…

Bugüne kadar kimseye hakaret edilmemiş bir sitede, bu ilk defa gerçekleşiyor, herkes sanki hayatta başka yerlerde hiç kendilerine hakaret edilmemiş, densizlik yapılmamış gibi, uzaydan gelmiş gibi bakıyorlar, bilhassa moderatörler (ama Kağan İşmen’i desteklemeye filolarla geldiler, yine konudan uzaylı kadar uzak:) tepki göstermek için tek bekledikleri kendilerine de bir hakaret edilmesi!

Moderatörlerden Tayfun Kısacık Ali’yi uyarıyor ama sadece kendisine karşı ters laflar ettiği için, yani beni korumak, defterde hakaret edilmemesini sağlamak için değil, kişisel kızgınlığı için… Beni korumak istememek, defteri de korumak istememek demek, bunu algılamıyor.

Neyse bir özür dilenecek gibi ortam… ama Ayça Çavaş çıkıyor ve eleştirdiğim bir sloganı kirlettiğimi söylüyor!! Aliyi tanıdığı ve ona sempati duyduğu için böyle yaptığını göstermekten çekinmiyor… Ama bana eskiden beri sinir olduğunu söylemiyor…
Nokta Çelik, Tayfun Kısacık, başka kim varsa moderatörlerden, Kağan İşmen…
Murat Sohtorik’e daha fazla hakaret edilmesin diye uyarıda bulunmuyor…
Seyrediyorlar sadece…
Benim haklarımı ve gururumu korumuyorlar…
Ama sonradan biz moderatörüz, hocayız diye çıkacaklar ortaya!!

Bakın ben sizi nasıl ortaya çıkartıyorum,
rasgele dağıtalım bakalım:
Haddini bil ve edepli ol Kağan İşmen
hafiflik yapma Nokta Çelik
hariçten gazel okuma Tayfun Kısacık
bastırılmış öfkenle hareket etme Emrah Kural
yazar kasa mısın sen Ahu Serap Tursun
mesleğine ne kattın, hangi işin parmakla gösterilmiş, önce bunun cevabını ver Erçin Sadıkoğlu, pardon Sayın Erçin Sadıkoğlu
şuursuz musun sen Emrah Doğru Akay…

Ne oldu!
Zorunuza mı gitti.
Rahatsız mı oldunuz…
Ali’nin ve diğerlerinin bana söylediklerini size söyledim sadece…
Bir itirazınız mı var!!!
Olabilir mi
böyle bir hakkınız var mı
düşünün bakalım.

Düşün bakalım reklam yazarı…

Bunlar mı yönetecek defteri Haluk Mesci.

Maksude Kılıç soruyor.
“Saftirik bir uzaktaki İzmirli olarak soruyorum; ajanslar arası ya da yazarlar arası klikleşme mi var sizin oralarda? Sizler birbirinizi tanıyıp da satır aralarına ekstradan birşeyler mi sokuşturuyorsunuz?”

Haslet Soyöz “tokalaştığım insanı çizemem ki” demişti.
Çok güzel.
Güzel, çünkü bu yüzden özellikle tanışmıyormuş bazılarıyla.
Sen bu ahlakı anlayabilecek durumda mısın reklam yazarı…

Ben de bu insanların çoğunu tanımıyorum, hiçbir alıp veremediğim de yok, işe-yazıya bakarım ben, insanı unuturum, sert üslubumun nedeni belki de budur, ama tanıdığımda bile doğruları hasır altı etmiyor oluşum da gururlandığım özelliğimdir, bunları tanısam çok daha kötü eleştirebilirim, benim dostlarım bunlar gibi olamaz, buna asla izin veremem.

Ve Hatice Üzgül de tanıma tanımama noktasında, ilginç bir şey söylüyor:
“…tanışıklık, ne olursa olsun birbirimizi kayırma hakkı veriyor mu?”

Çok da derdim değil. Tek şunu söyleyeyim reklam yazarı, sırtını kimseye dayamadan, birilerinin arkasından anlamadan etmeden gitmeden (haha güzel), yalnız başına haklı olmak kadar güç veren bir şey yok… Siz öyle artık grup indiriminden mi yararlanırsınız beni ilgilendirmiyor.
Ama lafımı unutturmayacağım sana: Sen kimsin, kendin ne sanıyorsun...


Kağan İşmen “Murat’ı kaybetmeyelim ama Ali’yi de linç etmeyelim” diyor…
Linç nedir anlamını biliyor musun reklam yazarı…
Ali hakaretler etti, özür dilemezse atılması doğaldır, hatasının cezasıdır, buna linç denmez,
ama Murat’a olan şudur:
Burnunuzun dibinde adama hakaret ediliyor, hakaret edilmeye devam ediliyor, engel olmuyorsunuz, yeterince tepki vermiyorsunuz, adam kendini savunmak durumunda kalıyor, gayet kibar, öğretici, konuya hakim oluyor ve kendi sohbetini-gurubunu yaratıyor, sanırım buna katlanamıyorsunuz, sanırım buna katlanamıyorsunuz ve sanırım buna katlanamıyorsunuz, yeter bu konuyu daha fazla uzatmayın diyorsunuz!!!
Siz kim oluyorsunuz, sorumluluklarınızı yerine getirmiyor olayı buraya kadar getiriyorsunuz, sonra da kapatın bu konuyu diyorsunuz…

Romanıma giriş bölümü yaptım daha önceki bir forumu, başka bir site, aynı tipler, bir yerden sonra o kadar sıkıcı ki, bu kadar mı aynı aynı cümleler kurulur (hahaha aynı aynı, güzel hata), bu kadar mı benzer karakter özellikleri gösterilir, bir tane orijinal tip çıksa!!
Kötüler bile orijinal olmak durumunda artık, koca bir kötülükler tarihi var, sen kimsin…
Sen kime yeter diyorsun reklam yazarı, farkında mısın…

Sizi suçluyorum ve seksen tane kanıtım var (tamam, 65)
sizin tek bir kanıtınız yok, tek bir söyleyeceğiniz haklı laf yok ve beni defterden attınız.
Linç budur.

Neden yazdığını okumuyorsun reklam yazarı…

Edebiyatta laf şudur: “Okumadan nasıl yazılır?”
Reklam yazarlığında şu olmalı: “Kendi yazdığını bile okumadan nasıl yazılır?”
Ama tabii yazılır, yayınlatılır da, Ortak Defter’de!
Düzey bu kadar düşük…

Haluk Mesci’ye ilk yazdığımda Haluk Mesci dedim size yazarken biraz kastım, ya yazım hatası çıkarsa diye, o kadar da kontrol ettiğim halde…
Korkma ya murat dedi, biz dikkatsizliğimizden hata yapabiliyoruz, bu o kadar sorun değil, gençler bilmediklerinden hata yapıyorlar, esas sorun bu…

Sen hangisine giriyorsun reklam yazarı… Linç gibi ağır bir kelimeyi neden ağzına geldiği gibi yazıyorsun…


Erkan Belen, Ali’nin ukalalığı ve saldırmasından söz ediyor ve linç kelimesini kullanmadan daha doğru bir tanımlama yapıyor:
“Ortak Defter'in aman Ali'yi de kazanalım iyi niyetiyle Murat'ı kaybetmemesi gerekir. Daha net bir tepki vermek gerekti belki de.”
Çok haklı, ama sanırım pek tanınmıyor defterde!!!!

Sonra Ayşe Tüzel’e, Erçin Sadıkoğlu’nun saldırısı…
Saldırı kelimesini kullanıyorum, var mı yanlış olduğunu savunacak…
Hemen şimdi okumadan da yazabilirsin reklam yazarı, nasılsa okumadan yazıyorsun:))
Ayşe Tüzel’in yazısında en ufak bir hakaret yok acı bir serzeniş sadece, isteyen bakıp okusun, ama
Erçin Sadıkoğlu şöyle diyor:
(Parantez içleri benim)
“Ayşe Tüzel'e... Pardon, Sayın Ayşe Tüzel'e...
(…)Lütfen kusura bakmayın ama saygıyı ve sevgiyi sizin bize duyduğunuz öfkeden öğrenecek değilim, değiliz! (öfke kendinin) Ustaya sen diyormuşuz... Hiç öfkelenmeyin buna. Kendinizi yıpratmayın boş yere. (Bu çok saygısız, bir bayanı küçümsüyor, yıpratmayın kendinizi diyerek.) İnsanların kurdukları özel ilişkileri, hiç de sizi ilgilendirmeyen özel ilişkileri, (bu kaba) bu tip bir üslupla yargılamanızı (üslup yok bir serzeniş sadece) ve bunu kendinize sorun etmenizi düşünün bence. (sorun etme hakkını engellemeye çalışıyor, sus demek bu…)Orada duramadım diyorsunuz, orada durmanızı isteyen kaç kişi oldu acaba bunu biliyor musunuz? (Bu çok kaba.) Çıraklara yol göstermekten ve öğretmekten bahsedenlerle dolu bu bizim sektör, bir de bundan hiç söz etmeden onlarca yüzlerce insan ya da "adam" yetiştirenler var. (Yol göstermeden ve öğretmeden adam mı yetiştirilir!!!) Sevgim de saygım da onlara... Öfkelendirmişiz sizi... Kusura bakmayın!”

Siz demekle, sayın demekle, imalı imalı kusura bakmayın diyerek laf sokmakla mı kibar olunuyor.
Bu kibar(!) reklam yazarına beni kabalıkla suçlayacağı halde göğsümü gere gere sormuyorum, söylüyorum:
Sen kimsin, kim olduğunu sanıyorsun…

Kimse Erçin Sadıkoğlu’nu uyarmıyor. Bu sitenin moderatöreleri (hah moderatöre, güzel, ben de moderatöre kurbanı oluyorum:) bu sitenin moderatöreleri sadece kendilerine laf edilince mi uyanıyor, uyarıyorlar…

Hadi diyelim bunlar olabilecek şeyler,
ben konuma sağlam bir şekilde devam edeceğim,
keşke engelleseler moderatöreler bu kabalıkları,
ama yapmıyorlar tamam ben yine de devam ederim genç ve ukala reklam yazarları konusuna, o kabalıklar da örneklerim olur, işte böyle saygısızlıklar yapıyorlar gözünüzün önünde derim, bakın böyle de farkında olanlar var derim, Can Yücel Metin’i örnek gösteririm:
“Murat Sohtorik'in bahsettiği genç ve ukala reklam yazarları var ya, onlar gerçekten varlar. Ben de bazen onlardan birisi oluyorum ve bundan nefret ediyorum. Ama en azından deneyimli ve ukala olmaktan iyidir diye düşünüyorum. Onun geri dönüşü pek olmuyor zira.”

Ama hayır Kağan İşmen çıkıyor ve provokasyondan söz ediyor.
Provokasyon!!
Konunun reklamcılıkla ilgisi olmadığını söylüyor.
Genç ve ukala reklam yazarlarının reklamcılıkla ilgisi yok!!!
Yeter diyor.
Yeter kelimesini büyüğüm olmadan bana karşı kullanabilecek birisine sonuna kadar sen kimsin demek hakkına sahibim, sen böyle şuursuzca neye itiraz ediyorsun reklam yazarı…


Siz bana yeter demek isteseniz bunu çok daha uygun yöntemlerle yapardınız Haluk Mesci, bunlara mı bıraktınız yerinizi…

Haluk Mesci bana yeter dese, yazmaya son verir miyim?
Tabii ki evet…
Peki bu Haluk Mesci’yi haklı bulduğum anlamına mı gelir?
Tabii ki hayır.
Bu Haluk Mesci’ye saygı duyduğum anlamına gelir.

Fikirlere ve davranışlara saygı ile insanlara saygı birbirinden ayrılabilir.
Çünkü o fikir ve o davranış o insanın olmayabilirdi…

Çocuğa hatalı bir davranışında “bunu yapma” dediğinizde,
şöyle devam etmeniz gerekir:
Bak çocuğum, bu davranış senin değil,
sen başkasın, davranışın başka,
sen bu davranışı yapmayabilirsin…
Böyle yapsanız baştan, yıllar sonra buradaki şuursuz reklam yazarlarına neden olmazsınız…
Çocuk, davranışıyla kendini birbirinden ayırır,
öyle davranmaz ve öyle bir insan da olmaz…
Yoksa davranışını kendisi sayacağından,
kolu bacağı boku sayacağından öyle bir sarılır ki ona, ayıramazsınız,
başka bir davranışla daha iyi bir insan olabilecekken…

Sen Kağan İşmen’e gerçekten saygı duyduğunu mu sanıyorsun reklam yazarı…

Kağan İşmen’i hala sevebilir, hala ona saygı duyabilir, ama yanlış davranışını sevmeyebilirsin.
Ben hala Kağan İşmen’e saygı duyuyorum mesela… Sen bunu anlayabiliyor musun…

(Keşke Kağan İşmen kendini hala sevse, kendine hala saygı duysa, ama yanlış davranışından nefret edebilse… Keşke “uyarım beceriksizceydi” diye özür dilese ve onu şuursuzca destekleyen öğrencilerinin hareketlerine ve mantıksızlıklarına devam etmelerini engellese, neyse...)

Sen
reklam yazarı
katılıp katılmadığını bile düşünmediğin bir konuda
sadece saygı duyduğun biri
bir şey söylüyor diye altına imza atıyorsun…
Karaktersiz misin sen reklam yazarı…


Hocalığın kutsallığı var bir de!

Hocalık kutsaldır arkadaşlar, ama hocalar olmayabilir…
Psikoloji önemlidir, ama psikologlar olmayabilir.
Doktorluk önemlidir, ama doktorlar olmayabilir.
Yazarlık değerlidir ama yazarlar olmayabilir.

İnsanlar kavramların arkasında durdukları, o kavramları gerçekten yaşattıkları zaman önemli olurlar ancak.
Biri çıkıp da ben doktorum yazarım psikologum hocayım, demek ki önemliyim dediğinde haklı olmaz.
Bunu çok iyi açıklayan bir cümle var:
“Kapitalizmde birine bir şey bildiği için diploma vermezler, diploması olduğu için bir şey bildiği var sayılır…”
(Blogumda “Olduğundan daha iyi görün, sonra göründüğün gibi ol” adlı metnimi yayınlayacağım bu günlerde, kibirle ilgili bir metin, oku onu reklam yazarı.)


Provokasyon…
Ortak Defterde bu kelimeye yeni bir anlam kazandırdın reklam yazarı:
Bir konu hoşunuza giderse güzel konudur, hoşunuza gitmese provokasyondur!!!

Linç, yeter, provokasyon.
Kağan İşmen sözleri yanlış cümlelerde, yanlış durumlarda kullanıyor…

Gode için yazdığım bir eleman ilanı var, sarı. Yazar olacak adam, adam olacak yazar.
Bakınız.
İyi bir reklam yazarını tutup yaratıcı yönetmen yaparsanız, kötü bir reklam yazarı elde edersiniz cümlesi durumu açıklıyor mu…
Ben bilemem, siz biliyorsanız söyleyin, çekinmeyin.
(Ben bir tane söyleyeyim: Birilikte yaşlanmaya hazırız, diye bir eleman ilanı yapma artık reklam yazarı, bu fikri senden önce kaç kişi kullanıp tüketti farkında değil misin… Başlığı öyle koymasan çünkü, anlattıklarında çok güzel ve yenilikçi noktalar var aslında…)

Kağan İşmen nasıl bir reklam yazarıdır bilemiyorum, ama reklam yazarlığına değil de hocalığına yakıştıramıyorum, ajansına yakıştıramıyorum, reklamcılık anlamında başka yerlerde gördüğüm doğru tavrına yakıştıramıyorum yaptıklarını, yoksa yazarlık anlamında ne onu ne de diğerlerinizi çok da eleştirmem. Ben edebiyat ve felsefe alanlarında da yazıyorum, esas orada yazıyorum, seni eleştirsem, reklam yazarı, dilinden utanırsın:)

(Örneğin sayın bir hanımefendi, adını hatırlayamadım, virgülden sonra sanıyorum “ve” “ya da” kullanılmamalı dedi kaç kere. Buna katılmıyorum, bakın nasıl katılmıyorum: Ben böyle kullanma ihtiyacı hissettim bazı yazılarımda, tabii ki reklam dışı yazılarımda… kuralın tersini söylediğini bildiğim için de, “bana böyle öğretildiği’ “diyarbakırda oksford olmadığı” için de (güzel konu) hata yapmayayım dedim durdum, sonra özellikle aradım, dikkat ettim ihtiyaçtan sahibinden, usta yazarlarda rastladım, onların da kullandıklarını gördüm ve hata demedim o zaman, reklam yazarı olamamış usta yazarlardan söz ediyorum:). Reklam metinleri kural içinde kalmak zorundadır, reklam metinleriyle sınırlı kalırsanız dilin esneklikleri, bazı kural dışı yazımlar size yanlışmış gibi gelebilir. Reklam karakolu, dil karakolu tanımlaması reklam yazıları için çok doğru, çok gerekli, ama edebiyat ve felsefe yazılarında karakol diye bir şey olamaz…)

Emrah Kural
“Sohtorik’in yaktığı ateş bakıyorum ki defterin sayfalarını teker teker tutuşturmaya başladı. Kirlenmek güzeldir dedi ve bir anda bütün kinini ve bastırılmış nefretini kusup bu sayfaları şuursuzca kirletti.”

Emrah Kural kimdir ve ne diyor…
Benim yaktım ateşle ilgili ne ufak bir fikri var mı…
Takip etmediği o kadar belli ki.
Yaktığı ateş tutuşturdu defterin sayfalarını, diyerek okunurluğunu artırırsın tabii reklam yazarı, kirlenmek ile kinlenmek benzeşmesini tam kuramamışsın anlaşılmıyor ama çalış zamanla o da olur. Ama şu olmaz:

Kin ve bastırılmış nefret!!!

Kin ve bastırılmış nefret!!!

Allahım… Allahım…

Tarzımın sert olduğunu söyledim, bunla gurur duyduğumu da…
Ama dediğim gibi tarzın sert dersen birine reklam yazarı, bu bir tespittir sadece, bu bir hata ya da kabalık tespiti olamaz.
Bunun kin ya da nefretle bağlantısını kurmak haddin olamaz, ki kinlensem yerden göğe haklıyım.
Bir nefretin bastırılmış olduğunu anlamak da sana düşmez reklam yazarı, bunun için reklam yazarı olmak yetmez…
(Sen bile Ortak Deftere böyle fütursuzca yazabildiğine göre ben bastırıyorum tabii ki bazı duygularımı ve yazmıyorum!)
Şuursuzca bunları söylediğin için eleştirilebilirsin, dikkat et reklam yazarı, suçlanabilirsin, özür dilemen beklenebilir, gerekebilir, ve bu eleştiri için malzemeyi, kanıtı sen verdin…
Durum şu olur:
Bana şuursuz vs diyorsun, bunu dediğin için ben sana şuursuzsun diyorum.
Ben haklıyım sen şuursuzsunJ

Herkes aynı değerde değil reklam yazarı…

Bir yazar, bir psikologdan daha fazla şey bilebilir, tarihçiye tarihi öğretebilir,
Nilüfer Kuyaş, son kitabında,
“tarihçi inceler, bir yerde kalır, susar, şair ona anlatır”
gibi bir cümle kurmuş, bu kitabı bul, bana doğrusunu yaz, reklam yazarı, seni görevlendiriyorum…

Bir yazar bunları yapabilir… Ama sen yazar değilsin reklam yazarı… Sen kendini ne sanıyorsun…

Kim niye yazıyor bu deftere Haluk Mesci.
Düzey bu kadar düşükken bir de neden biz kalbur üstüyüz falan diyorlar.
Kimdir bunlar… Benim bu yazdıklarımı anlıyorlar mı…

Biri kırılma noktasından söz ediyor.
“Peki bu nerde başladı? Miladı neydi? Nasıl oldu da, "Ustalara Saygı" düsturunu asla elinden bırakmayan reklam yazarları ne zaman koptu? Ve gerçekten soruyorum, asıl bunlar kim?”

Kağan İşmen bir usta, ben de genç bir yazarım ve ona saygısızlık ediyorum!!
Böyle düşünüyor her halde bu arkadaş.
Bu da konudan habersiz. Aynı kişidir belki artık dikkat etmiyorum.
Hahaha hepsi aynı kişiymiş, tek vücut olmuşlar hahaha.

Bu tek vücut sizinkine benzemiyor ama Haluk Mesci, öyle değil mi.
”Bu defterin kurucusu Haluk Mesci buradan ceketini alıp çekip gidiyorsa, bunun nedeni kim? Gerçekten artık bloglarda görünmek istememesi midir gitmesi yoksa kırılma noktasını mı fark etti? Bilmiyorum.”

Ben kırılma noktasını gösteriyorum arkadaşa: Kendi cümleleri.
“Hem de öyle bir kirletti ki bugüne kadar defterde başka konularda bir saygı çerçevesinde birlikte tartışan arkadaşlarım “genç kalem, yaşlı kalem” kavgasına girişti. NEDEN! Murat Sohtorik’in ortaya attığı “ukala genç yazarlar” söyleminden. Nereden çıktı bu söylem... Ali’nin (ki kendisini hiç tanımam) Murat Sohtorik’e cevap niteliğindeki yazısından. Ali’nin yazdığı her satırın altına imzamı atarım.”

Cevap niteliği!
Başka yerde de şu vardı benim yazdıklarımla ilgili “Hakarete varan!”
Sen o yazıyı cevap sandın diye o cevap niteliği taşımaz, sen o cümleyi hakarete vardırmak istiyorsun diye o cümle hakarete varmaz reklam yazarı…

Olay şu: Ali’nin hakaretleri tespit edilmiş,
özür dileme tarzı konuşuluyor,
bir reklam yazarı bana yazmış olsan buradan oraya sıçrardım diye esprili bir tepki bile göstermiş…
senin aklın nerdedir de Ali’nin yazdıklarının altına imza atmaktan söz ediyorsun hala.
İşte kırılma noktası…

Konuyu böyle kırıp bükemezsin reklam yazarı… Sen kimsin…

Birkaç arkadaş da genç ve ukala reklam yazarlarından dertli olduklarını söylemiş,
bir tanesi ben de onlardan oluyorum bazen ve bundan pişmanım demiş,
konu devam edecekken densizce kesiliyor,
sen okumuyor musun bunları da nerden çıktı bu konu diye soruyorsun.
İşte kırılma noktası…

Tekrar oluyor farkındayım, ama bazı zekalara ancak böyle ulaşabiliyorsunuz, tekrarlayarak, tekrarlayarak ve tekrarlayarak.

Zaten gerçekleştirilen linç de, kimsiniz siz denmemeli, denmemeli, denmemeli diye tekrarlaya tekrarlaya başlatıldı, telkin edildi, yeni giren biri bakıyor, okumadan, daha fazla yer kapladığı için bu ortaklarınki, evet bence de yanlış diye bodozlamadan giriyor. 5 kere yazılınca, ben 5 kat hakaret etmiş gibi oluyorum, 7 kere yazılınca da7 kere… Sıfırı neyle çarpıyorsun sen reklam yazarı… Trajikomik misin, nesin.

Bir forum vardı, başka bir site, demin de bahsettiğim.
Adam bana gıyabımda küfür etti, neden küfür ediliyor dedim, o kişi benim dedim.
Adam hemen, kusura bakmayın, üzerinize alınmayın, densiz birinin cümleleri olarak alın dedi…
Sonra sitenin kraliçesi, gerçekten de kraliçe falan diyorlardı, bana karşı bir savaş başlattı.
Bu küfür eden adam, ben sana küfür etmedim diyerek cümlesinin aslında küfür olmadığını, tarihini falan açıklamaya başladı:)
Başka birisi o bir küfür değildir ben buradan görebiliyorum, altına da imzamı atarım falan dedi…:)

Sıkıldım artık… Bu tür insanlardan nasıl sıkıldığımı ilk hakarete uğradığımda yazdığım yazılarda belli ediyorum… Korktuğumu, çekindiğimi…

Ama yazılacaksa, gerçekler ortaya konulacaksa, atılmışlığım umurumda değil ama haksız yere suçlanmışlığıma, linççi miyim, provokatör müyüm, şuursuz muyum, bu laflara engel olunacaksa, illa laf sokulacaksa, benim elime su dökemezsin sen reklam yazarı, sen kendini ne sanıyorsun…

O forumda, forum figüranları dediğim tiplerden biri söyle diyordu: Burayı önemsemiyorum diyorsunuz ama saat sabahın 7’sinde kalkmış da laf yetiştiriyorsunuz!!!
Güneşle birlikte kalkıyorum ama ben efendim, açıklamama izin verin, yani yaz aylarında 5 gibi falan ayakta olabiliyorum, niye böyle diyorsunuz, beni çok kırıyorsunuz:))

Ortak Defter’de de biri böyle aralıklı aralıklı neden yazıyor diyor benim için!!! Başka biri daha aralıklı yazmış aslında, ama ben yazınca haaşaaaa…

O forumun sonucunda güzel şeyler oldu. Komiklikler de. Müthiş bir malzemeydi:
-Yazılanları okumadan yazıyorum, ama dayanamadım, şimdiden kusura bakılmazsın dedi biri… :))))))))))))))))))
Hata yapacak ya birazdan arkadaş, şimdiden özür diliyor, izin alıyor:)
Ben bunu bir daha nerde bulurum…

Beni destekleyen insanlar atılmamak için forumda yazamıyorlar bana mail gönderiyorlardı, beni foruma yazarak destekleyen biri hiç sebep yokken, hiçbir kabalık yapmamışken, gözümüzün önünde atıldı. Canım istiyor ve atıyorum havasını bile yok etmeye çalışmadı kraliçe.
(Ortak Defter’de de arkadaşlardan biri yeni yazmış, padişahlarla ilgili bir fıkra anlatmış, ama fıkra değil, yaşıyoruz işte…)
Sitenin 2. adamı bile bana destek verdi, ama mail atarak:)))
Beni niye atmıyorsun kraliçe, ben olsam atardım, ne kadar yazarsam o kadar kaybediyorsun savaşı, mantıklı ol, at beni de dedim, attı:) Gitmek istedi, gönderdim diye açıkladı bunu da!!!!
2 ay falan sonra, daha sert bir tartışma yaşanmış kraliçeye karşı ve forumları kapatmak zorunda kalmış kraliçe:) Herkesi atmak zorunda kalmış yani… Oradaki kırılma noktası kraliçenin kendisiymiş, size bir şey hatırlatıyor mu…

Şimdi buradakiler laf alacaklar, biz öyle değiliz falan, biz şöyleyiz… Halbuki aynı cümleler, aynı zekalar, tüm yazacağınız cümleleri biliyorum. O forumu yazsam bizi anlatmış dersiniz. Yok yok, sizi aynen anlatsam bile kimi anlatmış acaba dersiniz…

Dönelim:

Kırılma noktası diyen adam, kırılma noktasının canlı bir örneği oluyor…

Bu reklam yazarının buradaki performansıyla herhangi bir kampanyayı yürüteceğini aklıma dahi getirmek istemiyorum...

İşte sonra hiçbir beyaz bizi durdurmazlar, pamuk prenses ve hundai cüceleri…

Sonra da arkadaş beyin dumurunun son örneğini gerçekleştiriyor, sen kimsin dememe müthiş bir cevap veriyor:
“Murat Sohtorik biraz kitap karıştırsın ya da çok karıştırmasına gerek yok, “Marketing Türkiye” okusun. Kağan İşmen’in kim olduğunu öğrenir. Eğer bu tartışmayı sürdürmek istiyorsa da istediği kadar sürdürebilir. Bana da sen kimsin diyebilir, kendi bilir.”
Sana kimsin desem anlamazsın ki çocuğum… Kaynak falan gösterirsin…

Sen hiçbir kaynakta haddini buldun mu…


Emrah Doğu Akay
“Kağan İşmen'in sözcüsü değilim. Ama yıllardır bu sektörde çalışan biri olarak, Kağan İşmen'i çok iyi tanırım. Kağan İşmen, daha buradaki birçok yazar kalem tutmayı öğrenirken, reklam yazarlığının bir meslek olarak kabul edilebilmesi için RYD'nin kurulmasına öncülük etmiş, elini her zaman taşın altına koymuş, insan yetiştirmiş, herkesin idealindeki reklam ajansını kurmayı başarmış bir adamdır. Benim anladığım kadarıyla burayı yönetmeye kalkıştığı falan yoktur, ama kalkışsa da hakkı vardır. “
Bakın ben ne yazmışım:
“Burada kimse kağan ya da işmen olduğu için değil bağlamının içinde yazdığıyla sorumlu olmalı Kağan İşmen'in geçmişi beni ilgilendirmiyor...Ben şunu bilirim: Bana bu sitede bu konuyu durdur yazma diyecek bir kişi değil kağan işmen...bu hakkı var mı yok mu onu konuşalım...ne yaptığını değil geçmişte, şu anda ne yaptığını, bunu yapmaya hakkı olup olmadığını söyleyin bana...”

Sen kimsin, kiminle ne için tartışıyorsun reklam yazarı…

Bir yazımı alayım buraya:
-Sen ben kimim biliyor musun?
-Müdür olsan ne yazar.
-E şey ben müdürüm…


İyi bir örnek de Ahu Serap Tursun...
Olayın, beni korumaktan nasıl beni suçlamaya dönüştürüldüğünün, konuşmanın nasıl bu yöne bilerek kaydırıldığının canlı bir kanıtı:
“Sayın Sohtorik 'O kim? Bu kim?' diye nasıl söyleyebiliyorsunuz anlamış değilim. Bu deftere yazan tüm yazarlar Türkiye'nin değerli kalemleridir. Bu arada örnek aldığım, değer verdiğim ustalarım arasındadır Sayın İşmen. Kendisi hakkında böylesine saygısızlık etmeniz çok üzücü. Dilerim artık tekrarlamazsınız.”

Ama aynı Ahu Serap Tursun birkaç gün önce şunları yazmış:
“Sayın Murat Sohtorik, size sakin olunuz demekten başka bir desteğim olamıyor ne yazık ki. Böylesine nefret dolu kelimeleri elbette hak etmediniz. Nutkum tutulmuş durumda. Şok içindeyim. Rahat olunuz. Sözler sahiplerini temsil eder derler... Genç kalemlerin, orta yaşa karşı savaşı bazen acımasız olabiliyor. En ufak bir fikrinizde dahi hemen iğnelemelerle eleştiriliyorsunuz. Yaşım 34 ve daha neler göreceğimizi merak ediyorum. Dilerim daha büyük artçı sarsıntılar yaşamayız...”

Nefret dolu kelimeler artı şok geçirten kelimeler artı insanın nutkunun tutulmasın neden olan kelimeler artı acımasız kelimeler: 0 Sen kimsin: 7…


Kendi cümlelerin onları sen söylediğin için kibar kalıp, başkalarının cümleleri onlar sana söylendiği için hakarete varmaz reklam yazarı…


Kırılma noktasından söz açan arkadaş kırılma noktasının kendisi,
artçı sarsıntı uyarısı yapan arkadaş kendi artçı sarsıyor Ortak Defter’i…

Moderatörlerin durumunu gösterdim, moderatöreler…

Kağan İşmen’i yazdım…

İncelen yeri yeterince gösterebildim sanıyorum…

Artık siz bilirsiniz inceldiği yerden kırılsın mı kırılmasın mı…

Ben kırılmam…


(Alicim bak laf oyunu yaptım:)

Bana hakaret yazın güzeldi Ali, düzeyliydi, zevkle okudum, senden sonra pek öyle yazan olmadı, güzeldi ama yanlıştı Ali, güzel olması yetmez, doğru da olmalı, biliyorsun… (Bak hemen bir hocalık yapayım naçizane, yazar demeni eleştirdim reklam yazarı demelisin dedim ya, öyle o lafına saldırayım diye değil gerçekten alt yapısı var. Şimdi ben burada yazar bir arkadaşım var desem, ama arkadaşım edebiyat yazarı olsa, bir de edebiyat yazarı diye eklemek zorunda kalırım!!! Edebiyat yazarı demek, edebiyat yazarına haksızlıktır… Onlar yazar, sen reklam yazarısın… Ben de yapıyorum arada, reklam yazarına yazar dersek, kavramı karmaştırmış oluruz, olmamalı… Dikkat etmeliyiz…)

İkinci yazını, bir metin incelemesi olarak buraya ya da bir yere alabilir, neleri asla yapmamalısın reklam yazarı, neleri asla yazmamalısın diye gösterebilirdim, ders olurdu, iyi olurdu, burada eleştirdiklerim gibi olmazdın zamanla. Hiç acele etme Ali, bir kez daha oku, bir gün sonra oku, özür dilemesini öğretebilseydim sana, bak o zaman o kadar önemli olmazdı, herkesin birbirinin kafasını gözünü yarabileceği tek ortam vardır, herkesin hakaretinin arkasında sağlamca durduğu ortam: bu da ancak özür dilemekle olur, başka şekilde değil. Ben lafımın arkasında duruyorum çünkü canım öyle istiyor, derse biri öyle bir dersini veririm ki, hoca beni sınıftan atar, kendi çıkmıyorsa:) Bu uzun metnim için de kusura bakma, o kadar gerekli insanlar arasında o kadar da gereksiz insanlar var ki, gerekliler de okuyacak diye dikkat ederken o gereksizlere değmez vakit harcamaya diye, ve biraz da bunlara laf anlatmaktan 10 yılda yorulduğumdan, daha güzelleştirmeye, mükemmelleştirmeye çalışmadım…

Hadi yolun açık olsun.)

Murat Sohtorik